Diziler zaman zaman hayatımızın birer parçası haline gelebiliyor. Hele de bu diziler Türk yapımı ise, abartılı uzunluğu ve yavaşlığı sebebiyle daha da büyük birer parçamız oluyorlar. Ülkemiz piyasasından yüzlerce dizi gelip geçmiş olmasına rağmen, bu yapımlarda göze çokça takılan klişeler bugüne kadar pek değişmeden devam etti. Bunlardan en yaygın 10 tanesini sizler için inceledik ve sıraladık.
1- Dijital araçlarla yapılan aksiyonlar
Ses ve görüntü kaydı, dizi kahramanlarımızın hayatında önemli bir yer tutar. Fakat elbette mutlu anıları ölümsüzleştirmek için değil, gizli mevzuları çaktırmadan kaydedip yeri geldiğinde koz olarak kullanmak için. Her nasılsa bu cihazlarla alınan sesler billur gibi net ve konuşmanın en can alıcı bölümünü içerecek şekilde olup, fotoğraflar ise çeken kişinin tam istediği sahneyi yakalamış durumdadır. Gerçek hayatta ise genellikle bu kadar şanslı olunamıyor; cihaz bulunup kayıt düğmesine basılana, kamerası açılana kadar mevzubahis sahnelerin bitip gitmiş olması muhtemel. Ben bir defa denedim, konunun en sonuna yetiştim; “hadi görüşürüz” diyorlardı. Bunu koz olarak kullanacağım anı iple çekiyorum.
2- İçilemeyen içecekler
Kahramanlarımız bir kafede ya da lokantada “bir şeyler içmek” amacıyla buluşup konuşmaya başladığında, önlerine gelen çay veya kahvenin maksimum tüketilme miktarı iki yudumdur. Ağzına kadar dolu bardaklar, taraflardan birinin konuşulan şeye sinirlenip “benn gidiyorumh!” hışmıyla aniden kalkması sonucunda masada öylece kaderine terk edilir ve sahne biter. Portakal suları ise genellikle o kadar bile şanslı değillerdir, masalarda çayların kahvelerin yanında “biz zenginiz haa” göstergesi olarak bulundurulur, didişmekten bakışmaktan kimsenin gözü onları görmez, posaları dibe doğru çöker, çöker…
3- Gazeteler geldi mi?
Dizi evreninde günlük hayatta gazete okunmaz. Zaten o aşk ve entrika yoğunluğunda kimsenin gündeme, genel kültüre, siyasetteki son gelişmelere ayıracak vakti olabileceğini de sanmıyorum. Peki ev ahalisinden biri “gazeteler geldi mi?” sorusunu neden öyle sabırsızca sordu bugün? Yoksa çözüm sürecini aniden çok mu merak etmeye başladı? Gazeteler bir gelsin de görelim neymiş olay… Bingo! Tabii ki kahramanlarımızdan bir tanesi sansasyonel bir haberin esas kahramanı olarak gazetenin baş sayfasına çıkmış. Onu herkes bir an önce öğrenmeliydi ki olay örgüsü devam etsin. Neden bu kişilerin her seferinde doğrudan baş sayfaya çıktıkları da meçhuldür, normal koşullarda baş sayfalara çıkacak kadar önemli aileler iki elin parmaklarını geçmediği halde.
4- Kapı aralığından duyulanlar
Entrika üstüne entrika çevirecek kadar beyin kıvrımı sahibi olan dizi halkı, nedense bu konudaki sohbetlerini yaparken kapıları güzelce kapatmayı düşünememişlerdir. Hatta duruma göre perdeler de açıktır ki en yanlış kişilere daha da iyi ifşa olabilsinler. Kapıya tesadüfen yanaşmış olan kilit birey, tabiiiii ki konuşmanın yine en can alıcı kısmını duyacak. “Ya bu arada sırtım da bu ara çok ağrıyor, tutulmuş herhalde…” minvalinde bir kısmına denk gelmesini bekleyemezsiniz, onun yerine “MUSTAFA SENİNLE ARAMIZDAKİ İLİŞKİYİ BİLSE NELER OLURDU DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMİYORUM, DUYULURSA BÜTÜN ŞİRKETİM ELİMDEN GİDER” güzel bir opsiyon olabilir öyle değil mi?
5- Telefon konuşma sahneleri
Dizi ahalisi telefonda konuşurken asla birbirinin sözünü kesmez. Bir taraf sessizce triplere girip mimik yapıyorsa, düşüncelere dalıyorsa karşı taraf onu sakince bekler. Yeni konu açılacak gibi olup açılamayıp cümleler birbirine karışmaz, her şey tam bir ahenk içindedir. Gerçek hayatta nasıl olduğunu açıklamaya zaten gerek yok. Bir de bu söz konusu telefon konuşmalarının ne kadar pratik bittiğine dikkat ettiniz mi? Bir taraf “Seni seviyorum.” der ve diğer taraf karşılığında hiçbir şey söylemeden huzurlu bir ifadeyle kapatır gider. Bir taraf “İyi ki varsın…” der ve diğer taraf usulca kapatma düğmesine dokunup indirir telefonu aşağıya. Aynısını gerçek hayatta sevgilinizle konuşurken uygulamayı bir denemenizi tavsiye ederim; yalnız o olaydan sonraki ilk konuşmanızı da kaydedip bana gönderin, merak ediyorum.
6- Köşk çalışanları
Köşk, yalı içeren dizilerin olmazsa olmazı hizmet görevi yapan personel. Gerek kendi aralarındaki ilişkiler, gerekse patronlarının heyecan dolu yaşamına türlü şekillerde etki edişleri ile olay örgüsüne renk katıyorlar. Gel gelelim, bu bireylerin patronlarca icra edilen “üst kat hareketleri”ne neden bu kadar sempati duydukları, adeta onlarla gülüp onlarla ağladıkları oldukça düşündürücü. “Balodan çok mutlu döndüler, yukarıda kutlama devam edecek gibi:))”… A-aoov. Bildiğim kadarıyla yukarıda devam eden eğlence sizlere ekstradan iş yükü ve bolca kirli bulaşık demek, neden bu sevinç arkadaşlar? Veya gerçekte de “Haldun bey bugün limuzinine binerken çok hüzünlüydü, bu halleri hayra alamet değil :(” diye üzülüp kahvaltıda bunu konuşan kâhya var mıdır, bunları bizler de bir gün limuzine binersek anlayabiliriz. Pardon, kâhya olursak.
7- Süper seziciler
İçiniz parçalanırcasına mutsuz olup yalnız hissettiğiniz oldu mu hiç? Birisi neyin var diye sorsun, halinizden anlasın diye gözlerine gözlerine baktığınız… Ama en fazla “havalardandır, belini üşüttün bu aralar ondan oluyor” dediler. Çünkü siz birer dizi karakteri değilsiniz! En ufak bir moral dalgalanmanızı sezecek, arkanızdan uzun uzun bakacak, kimin yüzünden öyle hissettiğinize kadar -siz gizlemeye çalışsanız bile- anlayacak şahin bakışlı kalp gözü açık bireyler bu dünyaya ait değil. Üstelik, dizi evreninde bol göreceğimiz o uzun bakışlar her zaman için bir sonuca bağlanmakta. Yani uzaklaşan Mahmut’un arkasından endişeyle uzun uzun bakıldıysa o gün Mahmut’un mutlaka gerçekten önemli bir olayı, derdi var. “Herifçioğlunun ardından uzun uzun baktık, gizli aşk yaşadı ona üzülüyor sandık ama meğer gazı varmış ondan ıkınıyormuş” gibi bir ihtimal hiçbir zaman mümkün değil.
8- Ölümden geri dönenler
Çıkmadık candan ümit kesilmez, derler. Fakat dizide oynuyorsan, canın çıkmış dahi olsa umut var! Beş dakika önce kalbi durmuş bir yakınının başında tam üstü örtülecekken “hayır, hayır, o ölemez, bir daha şok verin!!!” diye yakaran bir insan, o son verilen şokun ardından kalbi yeniden çalışmış olan yakınına sarılarak sevinç gözyaşları dökecek. Ve daha sonraki zamanlarda eskisi gibi sevinçle entrika çevirecekler. Yine kocaman bir a-aoov. Normal koşullarda beyni o kadar oksijensiz kaldıktan sonra hayata geri dönmüş olan bireyler o mevcut hasarı atlatarak yeniden entrika çeviremezler, kimsenin ayağını kaydıramazlar, yaşananların hesabını soramazlar. Teyzem soramıyor mesela. Keşke sorsa tabii.
9- Hamilelik ve doğum
Loğusalıkta dikkat edilmesi gereken en önemli şey… tabii ki bebeğin her sahnede sıkça görülüp bol ağlayarak sonra da ölmemesine dikkat etmektir. Çünkü dizi evreninde bir bebek fazlaca görünp çok ağlıyorsa yüksek ihtimalle ölür, ve bunun üzerinden yeni dramlar gelişir. Dramlar bununla sınırlı kalmaz, aslında bebeğin rahme ilk düşüşünden bunun öğrenilmesine, merdiven kazalarından abartılı doğum haykırışlarına kadar her şey birer teatral olaylar zinciridir. Gerçek hayatta hamileler evlerinin merdivenlerinden o kadar sık düşmüyor örneğin, hele de evde merdiven yoksa hiç endişelenmeyin. Bebek istemiyorsanız düzenli korunun, periyodik çizelgenizi takip edin, bir de doğururken o kadar uzun bağırmayacaksınız onu da bilin. Siz bunlara uymayın.
10- Nereye gidiyorsun?
Malikânede olsun evde olsun, bolca görülen bir klişe: Nereye gidildiğinin saniye saniye bildirimi. Ev içinde dahi oradan oraya hareket etmek başlı başına bir meseledir bu yapımlarda. “Eeh ben derneğe gidiyorum!” , “Bahçede hava alıcam!” , “Nereye oğlum?” , “Telefonum çalıyor, bu bankalar da bıktırdı…” (Ardından uzun uzun bak!) , “Ben holdinge gidiyorum!” ve daha niceleri. Günlük hareketlerin bu denli mercek altına alındığı ev ve ailelerin gerçek hayatta pek bulunmadığı kesin. Aynısını bizim evlerde uygulamayı denesek enteresan olabilirdi, her ayağa kalkışta “Ben tuvalete gidiyorum!” , “İçeride yatağa uzanıp tavana bakıcam!” , “Gidip kod yazıcam!” diye anons yapmayı. Onlar gibi derneğe holdinge filan gidebilsek daha süper olurdu tabii o ayrı. Bir gün belki, belli mi olur…