Light Bulb Conspiracy (Ampul Komplosu), 2010 yılında Alman yönetmen Cosima Dannoritzer tarafından çekilmiş bir belgesel. Genel olarak anlatılan Planlı Eskitme/Eskime (Planned Obsolesence) uygulamaları üzerinden modern tüketim alışkanlıkları ve sürdürülebilirlik. Mevzuya ve filme derinlemesine girmeden bahsedilmesi gereken birkaç temel noktaya şöyle bir değinelim.
1924’te Cenova’da başta Osram, Philips ve General Electric olmak üzere, dünyanın en büyük ampul üreticileri bir araya gelerek, tüm dünyadaki ampul üretimi ve satışını düzenlemek adına bir kartel kurdular: Phoebus. Bu kartel 1939 yılına kadar katılan tüm büyük şirketlerin üretim standartlarını ve pazar paylarını düzenleyerek küresel ekonominin ilk büyük yapılarından biri oldu. En hatırda kalıcı icraatlarıysa 1880’de bizzat General Electric’in patronu Thomas Edison tarafından tanıtılan ve 1500 saate kadar işlev görebilen ampullerin üretim ve satışını yasaklayıp, tüm ampullerin 1000 saat işlev görebilecek şekilde tasarlanmasına karar vermekti. Gerçi Edison’un konuya bakışını ve AC/DC (Alternatif Akım/Doğru Akım) savaşları sırasında ücretsiz elektrikten kablosuz teknolojiye kadar birçok hayalin önderi Tesla’ya yaptığı fenalıklardan nasıl bir insan olduğunu sanırım bilmeyen yoktur. Phoebus kulağa koca bir komplo teorisi gibi gelebilir, ama hukuka uygun bir biçimde bunu gerçekten yaptılar. Filmde, zamanında Phoebus tarafından hazırlanmış ve dayanıklı ampuller üreten bir firmanın çarptırılacağı para cezasını belirleyen bir tabloya kadar kartele dair tüm belgeler apaçık gösteriliyor. Bir de Livemore, California’daki itfaiye istasyonunda 1901 yılından beri sağlıklı bir biçimde çalışmakta olan ampul var. Ampulü izlemek için kullanılan kameraların iki kere değişmesi gerekmiş. 2016 itibarıyla akkor ampullerin ortalama ömrü hâlâ 1000 saattir. 136 yıllık bu başarı küresel ekonominin, tüketmeye devam edelim.
Planlı Eskitme terimi ise ilk olarak Bernard London tarafından 1932’de, ABD’deki büyük ekonomik buhranı sonlandırmak ve insanları tüketime teşvik ederek, veya daha ziyade zorlayarak (sebebini anlatacağım) ekonomiyi büyütmek için tasarlanmış bir kavram. London’ın üretilen ürünlerin belirli bir süre sonrasında yasa zoruyla tüketicinin elinden alınarak, yeni satın almaların yolunun açılmasına dair sunduğu kurtarma planı, zamanında pek destekçi bulamıyor. Planlı eskitme rafa kalkıyor. Ta ki 1940’ların sonuna doğru, savaş sonrası ABD’sinde tüketimi tekrar kıvılcımlandırmak üzere mevzuyu tekrar ele alan endüstriyel tasarımcı Brooke Stevens’a kadar. Stevens, London’ın önerisindeki “zorla” kısmını devre dışı bırakıyor ve bunun yerine Rockefeller ailesinin tabiri caiz ise yancısı, Sigmund Freud’un yeğeni ve II. Dünya savaşı sırasında Nazi “Aydınlanma” ve Propaganda Bakanı Goebbels’in savaş ortamında uyguladığı yöntemleri barış ortamına uyarlamanın yolunu bulan, “Halka İlişkiler” teriminin ve modern reklamcılığın babası Edward Bernays’in izinden giderek işi özetle şöyle bir noktaya getiriyor: İnsanlar yeni modeli satın almamak konusunda özgürler. Ancak yeni model çok daha iyi. Üstelik eskisini tamir ettirmek yenisini almaktan daha pahalıya patlayabilir. Tanıdık geldi mi?
Eğer geldiyse ilk aklınıza gelen yazıcılar olsa gerek. Yazıcı kartuşlarının yazıcının bizzat kendisinden daha pahalı olduğunu hatırlatmama gerek yok diye tahmin ediyorum. Film, kurgusu içinde belirli bir çıktı üretiminden sonra otomatik olarak hata raporları veren yazıcıları da inceliyor. Kullanma kılavuzunda öngörülen çıktı miktarı üretildikten sonra, örnekteki yazıcıda EEPROM adında bir çip devreye giriyor ve cihaz artık kullanılamaz hâle geliyor. Böyle bir derdiniz varsa, filmin sonlarına doğru bu çipi devre dışı bırakacak yazılıma dair bilgi izleyiciyle de paylaşılıyor. Bir bakın derim.
Film akışı boyunca 1940’ta DuPont isimli kimyasal madde üretimi yapan bir şirket tarafından üretilen Naylon kadın çoraplarının fazla dayanıklı olmaları sebebiyle piyasaya zayıflatılarak sürülmesinden, hammadde kıtlığı sebebiyle planlı eskitmeyle işi olmamış komünist Doğu Blok’unda başta Doğru Almanya olmak üzere üretilen ve 25 yıl dayanan buzdolapları ve çamaşır makinelerine (1981’de bir teknoloji fuarında sunulan Doğu Alman yapımı NARVA marka uzun ömürlü ampullerin Batılı yatırımcılar tarafından ilgi görmemesi de ilginç bir not, 1989’da duvarın yıkılması ile NARVA da bildiğimiz Batı ekonomisine ayak uydurmuş) üretim modellerine şöyle bir göz atıyor. Bununla birlikte tüketilen ve yenisi ile değiştirilen elektronik cihazların, elektronik atıkların ticareti yasa dışı olmasına rağmen ikinci el kisvesinde Afrika ülkelerine gönderilmesinin etkileri ve Apple’ın iPod 2 ürününde çevirdiği pil ömrü dalavereleri üzerinden açılan kamu davasına kadar işin tüketici yanını da es geçmiyor.
Teknoloji şirketleri tarafından aptal yerine konulmanın ötesinde mevzu dönüp dolaşıp Gandhi’nin şu sözüne bağlanıyor: “Dünya her insanın ihtiyacını karşılayacak kadar kaynak sunuyor, ancak her insanın hırsını karşılayacak kadar değil.”
Her gün gazetelerde, şurada, burada gördüğümüz büyüme rakamlarının ne olduğunun ne kadar farkındayız? Pardon, nereye doğru büyüyoruz? Fransız ekonomist Serge Latouche’un “De-Growth”, yani geriye doğru büyüme kuramına kulak vermek mi gerekiyor? Belki de. ABD’li komedyen Louis CK konu hakkında cep telefonu üretimi üzerinden diyor ki: “Bir seçiminiz var. Atlar ve mumlarla yaşar ve birbirinize karşı biraz daha kibar davranabilirsiniz ya da çok uzaklarda birinin sırf siz s.çarken YouTube’a kaba bir yorum bırakabilin diye ölçülemez derecelerde acı çekmesine izin verebilirsiniz.” Latouche filmde konuya daha farklı yaklaşıyor: “Bunu yaparsak taş devrine döneceğimiz söyleniyor. Hayır dönmeyiz. 1960’lara döneriz. Ama 1960’lar taş devrinden daha uzak.”
En temel gerçeği en sarih biçimde, termodinamiğin ikinci yasası üzerine albüm yapan Muse’dan albümle aynı adı taşıyan “2nd Law – Unsustainable” isimli şarkıda bulmak mümkün:
Light Bulb Conspiracy – Türkçe altyazılı:
Light Bulb Conspiracy – İngilizce altyazılı:
Kaynak: Vesaire – Onur Sesigür