Orta çağda, Avrupa’daki rahibelerin, yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı.
Kastilya Kraliçesi Isabella bile, 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca, sadece iki kez banyo yapmıştı.
1500’lerde İngiltere’de, insanların çoğu Haziran’da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran’da ise hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak adına, ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar ise içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve nihayet bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. (İngilizce’deki ‘Banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın’ – ‘Don’t throw the baby out with the bathwater’ deyimi buradan gelmekte.)
Kirlilik adeti Amerika’ya da bulaşmış, Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde, banyo yapmayı yasaklayan ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia’da ise bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar, cezaevine gönderiliyordu.
Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa’da, lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti, 17. yüzyıla kadar sürdü ki bir bakıma Fransa’da parfümün de keşif nedeni bu durumdu. Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir; devlet işlerini de buradan yürütürdü.
1600’lerde İstanbul’a gelen Fransız büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan, Tarabya’yaki bir konağa gönderilmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde ise kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine, Taksim’e taşınmalarına izin verilmişti..
Gerçek şu ki; 4. yüzyılda Hristiyan din adamları temizlik ve yıkanma konularında fetva vermiş ancak şehveti körükleyici etkisinden dolayı kadınların çıplak yıkanmasını, hamamlarda ve toplu alanlarda yasaklamıştır.. Ortaçağ’a doğru ise açık alanlarda yıkanmayı ahlaki açıdan sakıncalı bulup herkese yasaklamıştır. Neden olarak da veba, tifüs gibi salgın hastalıkların sudan bulaşmasını ve cinsel arzuların artmasını göstermiştir.
Hatta 16. yüzyılda yayınlanan bir tıp makalesinde, suyun mikrop ve hastalık taşıdığı ve bu nedenle yıkanmanın insan vücudun direncini zayıflatacağından bahsedilmektedir. Yıkanmanın sadece ahlaksızlık nedeniyle değil sağlık açısından da zararlı olduğu, hatta yıkanmış vücudun hava ile teması sonucunda genişleyen deri gözeneklerinden hastalık bulaşacağı, dahası ölümcül olacağı konusunda da bilgi verilmektedir. Öte yandan, o dönemde nezle, grip gibi enfeksiyonlarla birlikte, körlüğün de sudan bulaştığına inanılmaktadır.
16. yüzyılın ortalarına doğru halk, banyo yapmayı tamamen unutur. Sadece el, yüz ve ağız yıkanmaktadır. Banyo yapan çok elit bir kesim kalmıştır; o da yılda birkaç kereliğine..
Dr. Ali Erkan Balcı