Ekşisözlük yazarlarından Parola58‘in anlattığı bu hayat hikayesi aslında hepimizin hikayesine benziyor. Büyük umutlar, büyük potansiyel ama razı olunan bir hayat. Yazının gerçekliğinden şüphe etmeye gerek yok dediğimiz gibi her anıyla hepimizin hikayesi.
kapasitenin altında bir hayat yaşamak
12 yaşımda futbol oynuyordum, iyi de oynuyordum. galatasaray denemeye çağırdı; babam bırakmadı.
13-14 yaşımda leman’a gittim çizer olmak istiyorum diye. babam taş koyamayınca kendi götürdü ahmet yılmaz’a bundan bi bok olmaz di mi, söyle de vazgeçsin bu sevdadan dedi. ahmet yılmaz üstümde durdu 16 yaşımda kalbur üstü bir amatör ve atom dergisi çizeriydim. kaza geçirdim, ölümden döndüm, kimse arayıp sormadı. ortama küstüm ben gitmedim daha sonra.
lisede dersleri bozdum. işleri bozuktu, okuldan çıkıp akşamları markete yardım edeyim eleman çalıştırmasın dedim. o sırada para biriktirdim. o para toptancıya gitti. lise zor bitti, sayısal mezunu olmama rağmen ömrümde ne türev ne integral çözdüm, trigonometrim x ve y’nin birer düzlem olduğunu bilmekten ibaret, belki düzlem de değillerdir, ben öyle biliyorum.
lise bitti herkes öss kasarken ben öss’de uyudum. çünkü hazırlanmadım ne dersane ne okul umrumdaydı. varsa yoksa bakkal dönsün, para-çokomel eğrisine zeval gelmesindi.
ben liseyi bitirdikten sonra kebapçı açtı. ki eski mesleğiydi, tek yapabildiği işti bana göre. büyüdükçe gördüm ki onu da beceremiyormuş aslında. 1,5 sene çalışıp para biriktirdim. o parayla dersaneye gittim. hedefim odtü felsefeydi. kazandım. kocaeli insan kaynakları’na gittim. odtü felsefe 2.sınıf okuyan bir abim, dini bütün hocalarım ve çevremin zoruyla. çünkü orayı okumak girmekten zordu, ben de salak bir adamım herkes biliyor, hem mezun olunca aç kalacaktım.
üniversite’deki ilk senem gerçekten öğrencilik ve yarısı fırtınalı bir aşkla geçti. dersler iyi dgs’de zirve garantiydi. o yaz yine dükkanda çalıştım. kızdan ayrıldım, okulu bırakma kararı aldım. sonra vazgeçtim kayıt yenilemenin son dakikasında yetiştim. sivilcelerim çıktı, aslında çıban olan. roaccutane kullandım. çünkü hem okuyor, hem dükkanda çalışıyor, hem de içiyordum. çalışmak da; para verip çalıştırdığımız adamlardan daha çok koşturmayla ve stresle geçiyordu. okulu uzattım, 2 yıl oldu sana 3 yıl. dgs ise yalan.
3.yılın sonlarında bir gün dükkana geldim. bir sürü müşteri vardı ama kimse bakmıyordu. kendi bi köşede, ortağı bi köşede küsmüş oturuyorlardı. 50 yaşında adamlar birbirlerine küsüp, parası ile yemek yemeye gelen adamlara trip atıyorlardı. ortaklık bitti yüzlerce milyarlık kredi çekildi ne var ne yok ipotek edilerek. bu ipotek edilenlerin hemen hepsi de dedeye ait. o borcu ödemek için günde ortalama 13-14 saat hiç izin yapmadan çalıştım. bir eleman eksik çalıştırmak aylık 2 bin lira kadar kar etmekti sonuçta. o borcu ödedim, üzerine yeni kredi çekildi onu da ödedim.
bir gün hırsız dedi. kasadan para çalıyorsun. bunu diyen baba, dediği de oğlu. arada dayak yemek koymadı da bu koydu. duramadım, çıktım gittim. başka bir yerde çalışmaya başladım. o ortamdan soyutlandım. dedem öldü. ondan sonra bu adamın durumu daha da salaklaştı. rahmetli rüyama girdi; yapamıyor o yardım et dedi. ben malım, bir rüya ile yönlenirim. sabah 8 akşam 6 çalışıyordum, 6’dan sonra da 11’e kadar dükkanda çalışıyordum. işte sıkıntı oldu. back-up işi yapıyordum zaten, sorumluluğu çok-yoğunluğu azdı. ama öğlene kadar uyuklamam milleti rahatsız ediyordu. işten de çok memnun değildim zaten. tek bir yöne vereyim dedim kendimi. sonuçta daha önce büyük bir borç ödemiştim o dükkanı çalıştırarak.
istifa ettim, 3 kerede bırakmadılar. en son disiplinsizliğin limitine vardım, mecburen kabul ettiler. dükkana yoğunlaştım ama artık dengesi hiç yoktu. karakteri zaten hiç bir zaman yoktu. yalancı, iki yüzlü, sapık, kazıkçı bir adam olmuştu. düzeltmeye uğraşırken baktım 26 olmuşum. bu arada bir kaç senedir de özel bir tiyatroda her işi yapıyorum yakın arkadaşlarımla. onları da kovdu bir gün dükkandan. murat’ın parasını yiyorsunuz dedi adamlara. olmayan paramı yiyorlardı, evet. dayak yeme sıklığı arttı bu arada. her dayaktan sonra valizimi toplayıp gidiyordum. bu dayaklar sayesinde karadeniz’i tanımış oldum. evini açan arkadaşlarım karadenizdeydi o ara hep.
döndüm her seferinde. açık öğretim’i bitirdim o arada. son finalimin olduğu gün hastanedeydi. bir şeyi olmamasına rağmen anjiyo yaptırmaya bayılır. o nöbetlerden birindeydi. demedi oğlumun sınavı var, pazartesi gideyim. çok hastayım dedi, ölmek üzereyim dedi. anjiyo oldu, eşek gibi çıktı. ben uyumadan, bütün gün dükkanda koşturarak sabah sınavlara gittim. servis saati gelmeden yetişmek için hızlı hızlı yaptım, erken çıktım. kör topal bitirdim, kamu ile ilgili tek kelime öğrendin mi derseniz öğrenmedim ama kapı gibi 4 yıllık kamu mezunu oldum.
okul bittiği yaz tatile saint petersburg’a gittim. şehre, insanlara, ortama aşık oldum. maddi durum biraz düzgündü artık. biraz bencilleşmek istedim. ömrüm boyunca adam gibi okuyamadığımdan olsa gerek akademik olarak emek harcamak istedim. yüksek lisans yapmak istiyorum dedim. sadece petersburg değil, bir sürü ülkede bir çok okulla görüştüm. nijniy novgorod lobaçevski üniversitesi en uygun gelen oldu. sonuçta bir sene kadar çalışıp para kazanamayacaktım gittiğim yerde.
bir fırsat geldi. bedava bir uçak bileti buldum memlekete. orda yaşayan yazar bi amcayla tanıştım, kendisi bulgar türk’ü yengemiz ise oranın yerlisiydi. saint petersburg politeknik üniversitesi’nden benim için randevu aldı. önce güzel bi içtik sabah vakti. sonra çiçek, çikolata yaptırdık okulun yolunu tuttuk. oralarda kültürdür bu, bir ziyarete giderken alınır bunlar hatta kanyak da alınır. natalia evgeenia’ydı danışmanın adı. kadına durumumu anlattım en yalın haliyle, 4 bin euro ilk sene dil okulu, ayda 200 dolar yurt dedi. o kadar param yok dedim, aslında hiç param yoktu ama çalışıp biriktirecektim işte. biraz üzüldüğümü görünce bir kaç yeri aradı. senin için yapabileceğim en çok %50 indirim ayarlamak olur dedi. inanamadım, yemin et falan dedim kadına. güldü. tamam dedik. numaralar, mailler alındı. gerekli belgeleri ve süreci mail attı. bir kaç ayım vardı. lobaçevski’den vazgeçip hayallerimin şehrinde yaşama fırsatı çok cazip gelmişti.
döndüm dükkanda çalışmaya başladım yine. babam da kabul etmişti bu kez yapmak istediğim bir şeyi. kasadan al, biriktir, git beni uğraştırmadan dedi. galip gelmiştim ilk kez istediğim bir konuda. günde 13-14 saat, 3 elemanlık çalıştım. çalışanların kaprislerini çektim, müşterilerden azar işittim, alacaklılardan tehditler aldım, arada yine dayaklar yedim ama iyi kötü birikti gibi para. fazla bir eksiğim kalmamıştı. her gün aldığım parayı ertesi sabah bankaya yatırır, orda tutardım.
yine bi sabah parayı yatırmak için bankamatiğe gittim. hesabınız blokelidir dedi ekran, bakiye 0(sıfır) gözüküyordu. şaka gibi geldi, inanmamıştım. bankaya girdim, hüseyin vardır yakın arkadaşım. ana kasa sorumlusu olarak çalışıyordu bankada. vergi borcundan haciz gelmiş dedi. bloke gibi mi, borcu ödeyince gelir mi para geri dedim. yok çekmişler dedi. borcu ödedikten sonra bi prosedür var ondan sonra geri gelir dedi. vergi dairesine gittim 40-50 bin civarıydı borç. ödeyebilecek durum yoktu, kredi çekebilecek durum da kalmadı. dükkana gittim, ne olacak gitmezsin olur biter dedi. istisnasız her gün kavga ettik sonra. yine çektim gittim evden.
bir iki ay sesimi duyurmadım, nerde olduğumu biliyorlardı ama ulaşamıyorlardı. yanında kaldığım arkadaşı rahatsız ettiklerinde aradım susun diye. o arada kredi kartı borçları da birikmiş, her gün banka telefonları ile uyanır olmuştum. vergi, kredi kartı, artı bir de kredi borcu ödenmiyor ve hepsi benim adıma gelmeye devam ediyordu. aradı bir gün; içki ruhsatı alıcam sen olmadan alamıyorum dedi. inanmadım. belediyeden yetkili aradı, murat bey gelmeniz gerekiyor diye. 2 haftalığına gittim, 2 ayda bitmedi işler. o sırada efes yüklü anlaşma önerdi. oradan gelecek paranın bir kısmını bana vereceğini söyledi, okula gidebilecektim yani. efes anlaşmanın 3’te birini ödedi, yasalar masalar girdi araya. direnirim dedim, işletirim dükkanı, borçları öder giderim yine okuluma. olmadı, her gün içip dövmeye başladı bu sefer. her başarısızlığın ardından olduğu gibi sorumlusu ben oldum yine.
günlerden bir gün yine güzel bir dayak yedim herkesin önünde. sesimi çıkarmadım. gecesinde bıçaklamaya kalktı. artık öldürecekti, ne dayak yetti, ne hakaretler adama. babanneme taşındım. bir kaç ay üçlü koltuk ve ufak sehpa oldu dünyam. yurtdışından bi çizim işi geldi, az çok karnımı doyurdu. babannem bazen harçlık veriyordu, arada da annem gelip yemek bişeyler getiriyordu. ne aç kaldım ne açıkta ama ne birine yararım vardı ne de dünyaya. babannem ilk başta yalnızlığını paylaştığından sevinmişti gelmeme, sonraları varlığımdan rahatsız olmuştu.
gidecek tek yer yine halil’in yanıydı. geldim Antalya’ya. bundan sonrası başka bir hikaye ama daha huzurlu, daha sessiz-sakin ve insani. kapasitemin altında mı yaşıyorum bilmiyorum da bu seviyeye düştüysem bütün sorumlusu ben değilim onu biliyorum. belki de hakkım budur kimbilir.
çok uzun yazmışım otobiyografi gibi olmuş, entry yazacağım yokmuş aslında hayat hikayemi anlatmak istemişim. kafa şişirdiysem affola.
*yazının orijinaline sadık kalınmıştır.