Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülen Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar’ın kendi el yazısıyla kaleme aldığı ve Nobel Komitesi’ne gönderdiği biyografisi yayımlandı.
Sancar’ın biyografisinde, çocukluk ve gençlik dönemlerine ilişkin dikkat çeken, “Bir Türk vatanseveri olarak büyüdüm ve hala daha öyleyim ayrıca bilim adamı olmayı amaçlayan ve sonrasında bunu icra eden biriyim.”
“YETERLİ YİYECEĞİMİZ VARDI AMA AYAKKABI BİZİM İÇİN BİR LÜKSTÜ”
Anıtkabir Derneği Dergisi tarafından Sancar’ın kendi el yazısıyla kaleme aldığı biyografisinde dikkat çeken ifadeler şu şekilde: “Abdülgani ve Meryem Sancar’ın sekiz çocuğunun yedincisi olarak, Mardin’in Savur denilen küçük ilçesinde 8 Eylül 1946’da dünyaya geldim. Ayrıca iki üvey erkek kardeşim vardı. Babam çiftçi iken, annem, ev ve çocuklarla ilgileniyordu. O günün standartlarına göre orta sınıf bir aile idik. Her zaman yeterli yiyeceğimiz vardı ama ayakkabı bizim için bir lükstü ve 7.sınıfa kadar tek bir ayakkabıyı sadece okula giderken giyerdik. Çocukluğumun çoğunu evimizin alt kısmında yer alan bize hem gelir hem de besin kaynağı sağlayan vadide, meyve ve sebze ağaçlarının altında uzanarak geçirdim. Ayrıca bize yıl boyunca hem et hem de süt sağlayan hayvanlarımız vardı. Çocukluğumun en mutlu zamanları ise baharda bahçemizde açan çiçeklerdi. O dönemlerde İslam hakkında bilgi edinmeye başlamıştım ve cennetin, badem ağaçlarının çiçek verdiği dönemde arka bahçemiz gibi gözükmesi gerektiğine inanıyordum.
BABAMIZ KAYBOLAN KEÇİLERİ FARK ETMEDEN ÖNCE ONLARI BULMAK İÇİN YORULUYORDUK
Kısacası, çiftçilikten pek haz almadım. Sebze bahçesindeki balkonlar, taşlarla yerinde duruyordu ve harçsız yapıldığından ben ve erkek kardeşlerimin sürekli bakımlarına ihtiyaç duymaktaydı. Ceviz toplamak zor bir işti ve en küçük çocuklardan biri olarak, tüm cevizlerin düştüğüne emin olmak için ağaçların en tepelerine çıkmak zorundaydım. En kötüsü ise, yavru keçileri gütmekti çünkü yedi yaşındaki küçük bir çocuktan çok daha hızlı koşuyorlardı. Küçük kardeşim ve ben onları gütmekten sorumluyduk ve babamız aradan kaybolanları fark etmeden önce onları bulmak için yorucu saatler geçirmek zorunda kalıyorduk.
AMCAMIZIN EVİNİN ÇATISINDAKİ GENİŞ YATAKLARDA YATMAK BİZİM İÇİN BİR ÖDÜLDÜ
Geniş ailem çocukluğumun ilk dönemlerinde çok önemli bir rol aldı. Amcalarım, yengelerim ve kuzenlerimin çoğu Savur’da yaşıyorlardı ve uzak illerden bizi ziyaret eden birçok yakınımız oluyordu. Mardin’deki Şevket amcam ve ailesini ziyaret etmek başka bir önemli noktaydı. Mardin, M.Ö. 1100 – M.Ö. 1300’den kalan güzel mimarisiyle bilinen bir şehirdi. Amcamızın evinin çatısındaki geniş yataklarda yatmak bizim için bir ödüldü. Uykuya dalarken yakındaki iki Suriye kasabasının ufukta yansıyan ışıklarını izlerdim ve sabahları evimizin 200 metre yakınında bulunan tarihi bu Şehidiye Camiinden gelen ezan sesiyle uyanırdım.
İLK İDOLLERİM
Eğitimimin ilk yıllarında bende en büyük izi bırakan üç kişi, Mustafa Kemal Atatürk’e ek olarak; annem Meryem, babam Abdülgani ve en büyük abim Kenan’dı. 1911’de başlayarak, 1922’ye kadar süren Türk Kurtuluş Savaşı’na kadar, Osmanlı İmparatorluğu sürekli olarak Avrupalılar tarafından tehdit edilen; Türk Devleti birlikteliği bozulması istenen, devamlı savaş halinde olan bir ülkeydi. Bu durum da, nüfus ve bereketli toprakların kaybı yüzünden, ülkeyi ekonomik olarak çok yormuştu. Bu ekonomik zorluk ve karışıklık içerisinde dedem ve babam jenerasyonundakilerinin çoğu ilköğrenim hakkını bile elde edemedi. Mustafa Kemal Atatürk, işgalci Avrupa devletlerine karşı modern Türkiye Cumhuriyeti’ne yol açan Kurtuluş Savaşını yönetti ve kazandı. Yeni cumhuriyet bütün Türk halkına uyabilecek bir sistem geliştirmeye büyük önem verdi. Kısa bir süre içerisinde ülke çapında yeni okullar açıldı ve bu okullarda Atatürk’ün eğitimli vatandaşlık vizyonuna bağlı, ülkeleri hakkında idealist olan ve ülkenin geleceği hakkında umutlu olan öğretmenlere görevler verildi. Sonuç olarak; ebeveynlerim ve dedelerimin aksine Türkiye’nin gelişmemiş, kırsal bölgesinde olmama rağmen ülkemin tarihiyle ilgili bana gurur veren ve muhteşem başarıları hakkında bana güven veren harika bir eğitim alma şansı elde ettim.
ANNEM İLERİ DÜŞÜNCELİYDİ
Annem, Savur’un yanındaki küçük bir köyün imamının okuma yazması olmayan bir kızıydı. Okuma yazması olmamasına rağmen annem, tanıdığım en zeki kadın idi. Annem ileri düşünceliydi ve neredeyse Atatürk’e tapıyordu. Bütün çocukları onun ısrarları sayesinde eğitimlerinde başarılı oldu. Babam bildiğim en çalışkan insandı. Benim idolümdü ve hâlâ da öyle. En büyük ağabeyim Kenan, bana okuma-yazmayı beş yaşımdayken öğretti. ve bu sayede okula, sınıf arkadaşlarımdan daha önde başladım. Ayrıca, Kenan eğitim ve sıkı çalışmayla mükemmeliyet ve ilerlemenin takipçisi olarak benim için bir rol modeldi. Kenan; Harp Okuluna girerek, ailemizde yükseköğrenime giren ilk kişi oldu. Kariyeri boyunca, kendi arkadaşları ve iş arkadaşlarının arasında adilliği, sıkı çalışması ve kararlılığı ile çok saygı gördü ve son olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinde tuğgenerallik rütbesine yükseldi.”
Kaynak: ANKARA (DHA)