Sabah 9’da işte olmak için 7’de kalkanı da var, saat 8:45’te kalkıp 9’da işte olduğu için sevineni de. Metrolarda, otobüslerde, metrobüste yer kapma mücadelelerinde alıyoruz soluğu ya da taksitini ödemek için anamızın ağladığı o arabamızla trafikte kalıyoruz.
Sabahtan akşama kadar aynı bardaktan çay bile içmeyeceğimiz adamların, kadınların daha fazla para kazanması için çalışıyoruz. Hakkını yemeyelim ekmek kazanacak kadar yani ölmeyecek kadar da para kazanıyoruz. Kimimizin babası annesi akıllılık etmiş, zamanında kapatmış bir arsa en azından ondan umutlu. Kimimizse ben bu işi kendim yapayım da bari batarsam da çıkarsam da kendime olsun diyor, bambaşka bir mücadeleye giriyor. Bu sefer de daha düne kadar çalıştığı büyüklerin büyüklerle çalışma arzusuyla savaşıyor.
Kariyer denilen bir sihirli kelime ile büyülemişler bizleri. O sınavdan sınava koşan öğrenciliğimizin sonunda rahatlayacağımızı sandık ama kandırılmışız. Hayat ne kadar başarılı olursanız olun sizin çabanızın karşılığını maddi olarak alamamanızmış. Eğer karşılığını alıyorsanız da hayatınızın kalmamasıymış.
İşe girdiniz. İşte mutlu olmaya çalıştınız, ay sonu kredi kartlarını ödediniz, paranız bitti, yeniden kredi kartından harcadınız.
İşe girdiniz, işte başarılı olmaya çalıştınız, maaşınız yatmadı.
İşinizi iyi yapmaya çalıştınız ama üstünüzdeki kişinin aptallıkları yüzünden istediklerinize ulaşamadınız.
Peki istediğiniz neydi?
Bir restorana girdiğinizde menüye fiyatlar değil yemekler için bakmak.
Yeni çıkan filmlere; bilet 20 TL, mısır 20 olsa, 20 de yemek diye düşünmeden rahatça gidebilmek.
Bunların hepsini yapabilmek için yapmanız gerekenler belli. Kariyer basamaklarını hızlıca çıkmalısınız. Çıkamıyorsunuz olduğunuz yerde diyelim, ağaç değilsiniz ya değiştirirsiniz.
Mutlu değilseniz istifa seçeneğiniz var, iş de bulursunuz bir şekilde değil mi? Peki bir başka yerde mutlu olacak mısınız? GARANTİSİ YOK.
Hayat sabahtan akşama kadar çalışıp eve geldikten sonra yemek duştan arta kalan 3 saat mi?
Kariyerli bir insan olmayı, kendimizi tamamlamayı, dolu dolu insanlar olmayı bu iki saat ve hafta sonu kahvaltıları için mi istiyoruz?
SANMAM! Ama vazgeçmek de zor.
Önümüze tuttukları kariyer havucundan vazgeçtiğimiz zaman işin seyri değişiyor. Önce paranız bitiyor, sonra piyasadaki tanıdıklarınız değişiyor. Sonrasında kendinizi öbür türlü yaşama alıştırdığınız için depresyona girebiliyorsunuz. Televizyonda izdivaç programlarına katılsam mı acaba diye düşünene kadar gidebiliyor bu dip. Yani havucun yeri değişiyor. Yine koşmak zorunda kalıyorsunuz.
Evliyseniz, zaten bir sorumluluk daha olduğundan hayatınızda alacağınız tüm kararlar iki kişilik oluyor. Belki de bu yüzden artmıştır boşanmalar. Uzman değilim ama tek kişiye çok gelen bu hayat yükünü bölüşebilmeyi başarmak zor iş. Bazılarımız başarıyor, en azından birlikte olduğu saatleri mutlu anlara çeviriyor. Geri kalanların sonu malum.
İŞİ Mİ BIRAKALIM? BİZE SEN Mİ BAKACAKSIN?
Son zamanlarda sizler de güneye kaçmayı isteyen insanları duymuyor musunuz?
Hem de sizden daha çok maaş alan insanlar istiyor bunu. İşi gücü bırakıp bir tatil beldesine yerleşmeyi düşündüklerini söylüyorlar, parası olanlar da dünyayı gezeceğim diyor. Bunlar cesareti olanlar ya da sizden cesaret almak isteyenler.
Umarım başarılı olurlar. Geri kalanımız ise bu havucun peşinden bir ömür boyu gitmeye devam edecek. Emekli olana kadar. E tabii havucu da ne o ne de çocukları yiyemeyecek.
“Ne yapalım işi mi bırakalım, okula mı gitmeyelim? Sen neden çalışıyorsun, neden okula gittin?” şeklinde soruların adresi olabilirim. Cevabım yok, bu yalnızca bir uyanış, bazen uyansak da ayakta uyumaya devam edebiliriz ya işte öyle. Hayatın devamı için zorunluyuz diye düşünüyoruz ya benim tezim tam tersi. Zorunda değiliz. Hayat bundan çok daha basit olabilir.
Reklam anlaşması geldiğinde ya da patronunuz bir ihale kazandığında yaşadığınız mutluluk değil de; teninize vuran rüzgarı hissettiğinizde içinizi kaplayan huzurdur belki de hayat. Bir düşünün…