Türkiye’de bilime verilen değeri tartışmaya başlasak günlerce konuşup aslında hiç başlamamış gibi oluruz. Neva Çiftçioğlu da öyle bir isim. Türkiye dışında el üstünde tutulup Türkiye’de iş bulamamış bir bilim insanı.
Nobel Tıp Ödülü için aday olarak sunulmuş, Rus Amerikan Uzay Araştırmalarında aktif görev almış, İskandinav bilim ödülü almış yüreğinde memleket sevdası yanan bir hanımefendi:
18 yıl Nasa’da Mars’ta hayat arayan ekipte önemli işlere imza attıktan sonra 2009’da Nasa’dan geldiğinde Türkiye’de iş bulamamasını dinleyelim:
Dr. Neva Çiftçioğlu, “370 gündür Türkiye’deyim. Bütün üniversiteleri, özel sektörü dolaştım. Çok büyük devlet büyüklerimize ulaştım ve iş bulamadım” dedi.
Bir büyüğümüzle görüştüğünde alkdığı yanıtı ise şöyle anlatıyor.
“Patentlerimi, 200’ü aşkın bilimsel yayınımı anlattım. Ama, ‘Bak evladım. Bir pırlanta bulursun, yüzük, kolye yaparsın. O pırlanta kaldırım taşı büyüklüğünde ise hiçbir yere sığmazsın. Sen geri dön’ yanıtını aldım.
Peki dışardan bakılınca kimdir Neva Çiftçioğlu?
Efendim, Doç.Dr. Neva Çiftçioğlu gerçek bir Türk hanımefendisi. Finlandiya’da doçentlik ünvanını alan ilk yabancı. Kendisi kireçlenmenin müsebbibi olan ve nanobakteri adı verilen mikrobu bulmuş. Bu buluşu nedeniyle dünyanın her yerinden davetler, ödüller almış. 2,5 yıldan beri NASA’da (Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi) çalışan ilk Türk bilimkadını. Önümüzdeki yıllarda da kalp ve böbrek hastalıklarının teşhisine ilişkin, patenti yüzlerce milyon dolar değerinde önemli bir buluşu açıklanacakmış. Buraya kadar çok güzel. Ama Türkiye onu tanımıyor, Türk yetkililerden aldığı tek bir tebrik bile olmamış. Bilim dünyasında ona “Türklüğünden vazgeç, daha çok parla” diye akıl verenlere o inatla “asla” demeye devam ediyor.
Türk olması büyük sorun olmuş. Finlandiya’da Türk olduğu hiç anılmamış. Vatandaşlık başvurusu bile yapmamış ama, onu hep Finli gibi tanıtmışlar dünyaya. Mesela NASA’ya gittiğinde, “NASA’ya giren ilk Finli” diye başlık atmış bir gazete. 1996 da başarılı bilim insanlarının bulunduğu bir törene çağrılmış ; bu törende Türk bayrağının altına gittiğinde onu oradan alıp Finlandiya bayrağının altına almışlar. Çok ağırına gitmiş bu…
1996 yılında Finlandiya Hükûmeti onu buluşunu bilim dünyasına açıklamak üzere ABD’ye göndermiş. New York’ta bulunan dünyanın dört büyük laboratuarından biri olan Cold Spring Harbor Laboratories’e gitmiş. Meğerse Amerikalılar da o dönemde aynı bakteriyi Mars gezegeninde bulmuşlar. Bunun üzerine birlikte Astrobiyoloji Enstitüsü’nü kurmuşlar. Bulduğu bakteriyle ilgili olarak ABD’de kurulan büyük bir firmanın da sahiplerinden biriymiş. Firmanın CEO’su “senin Türk olmandan yoruldum” diyerek kendisine ABD vatandaşlığına geçmesini önermiş. Yanıtı kısa ve öz : ASLA ! Ve ekliyor : Ben milliyetçi olduğumu bilmezdim, ama dışarıda kalınca insan ülkesinde kızdığı şeyleri bile özler hale geliyor…Şaşırıyorlar Amerikalılar. Sana hiç kimse sahip çıkmıyor, sen neden Türk olmakta ısrar ediyorsun ? diye soruyorlar kendisine.
Ankara Tıp Fakültesi’nde asistan iken doktorasını bitirmek üzereymiş. Astım hastalığı hakkında bir tez hazırlamış hocalarına sunmuş. Bölüm başkanı olan hocası tezi herkesin gözü önünde çöpe atmış. O çöpe atılan tezi birkaç yıl sonra tıp dünyasının üç büyük bilimsel dergisinden birinde yayınlanmış. Ankara ona doçentliğini vermediği için Finlandiya’da doçentlik ünvanı alan ilk yabancı olmuş.
Finlandiya’da bakteri çalışmaları yaparken Bilkent Üniversitesi Rektörü ve Genetik Bölümüne başvurarak “gelin bunu birlikte yapalım, patenti Türkiye’ye ait olsun” önerisini yapmış. Gelen yazılı yanıtta “siz galiba iş arıyorsunuz” deyip kabul etmemişler. Hacettepe Tıp Fakültesi de “bu bizi aşar” demiş. Hasrete dayanamayıp Türkiye’ye dönmüş ve Başkent Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış. Kendisine mikrobiyoloji kliniğinde 9 ay boyunca dışkı tahlili yaptırmışlar. Sonunda Finlandiya’daki profesörü “sen orada ziyan oluyorsun” diyerek isyan etmiş ve Türkiye’ye onu almaya gelmiş.
Bana yurtdışında “Everest’in tepesine bayrak diken kadın” gözüyle bakıyorlar, ama bugüne kadar hiçbir Türk yetkilisinden tebrik almadım. Sadece bir kişi, nasıl oldu bilmiyorum, İskandinav Tıp Ödülünü kazandığım zaman, Ziraat Bankası eski Genel Müdürü bir tebrik kartı gönderdi ; halâ saklarım diyor bu değerli Türk Bilimkadını…
Yetişmiş beyin gücünün başka diyarlara göçmek zorunda bırakılmadığı, kendi yağımız, kendi şekerimiz ve kendi unumuz ile kendi helvamızı yapabileceğimiz özlediğimiz o Türkiye çooook uzaklarda olmasa gerek…
Brüksel, 29 Nisan 2004
Yakup Yurt
Şimdilerde bir gazete aracılığıyla Türkiye’ye olan hasretini gideren Neva Hanım 13 Temmuz 2015’te vatan hasretiyle ilgili şunları yazdı:
ÜLKESİNDEN uzakta yaşamanın gereğini kimi “Bireysel seçim”, kimi de “İdeallerin peşinden koşmak” olarak özetliyor… Ben ise bilim köşesi yazan birçok yazara ters düşecek bir şekilde tanımlıyorum: Son 25 yılını uzak diyarlarda sürdüren biri olarak yoğrulduğum kültürün etkisiyle “Kaderdir bir insanı memleketinden koparan” diyorum. Üstelik de “Kader böyle” deyip bir şeyleri değiştirme çabasında olmayanlara tepki gösteren bir insan olarak… “Kader” gibi köşeli ve katı bir kelimeyi kullanmakla beraber yaşanan her tecrübenin bir amacı olduğuna, detayları görerek ve yaratıcı gücümüzle birçok şeyi değiştirebileceğimize de inanıyorum aynı zamanda.