Covid-19 aşılarının tıp ve biyoteknoloji dünyasında benzeri görülmemiş bir hızda geliştirilmiş olması ve yan etkilerine ilişkin toplumun yeterince bilgilendirilmemiş olması kimilerini aşıların güvenliği konusunda şüpheye düşürüyor.
Özellikle aşıların kısır yapma tehlikesi, gebe ve emziren kadınlara olası etkilerinin bilinmezliği, nadir görülen kalp kası ve zarı iltihaplanmaları ya da kan pıhtılaşması gibi çeşitli yan etkiler ile anestezi ve DNA değişikliği gibi söylentiler aşı karşıtlığını körüklüyor.
Kimi aşı karşıtları ise sosyal medyada dolaşan bilgi ve mesajların etkisiyle ya da siyasi gerekçelerle hareket ediyor.
Her ne kadar bu salgınla birlikte daha sık gündeme gelse de, aşılara duyulan güvensizlik, hatta nüfusun bir kesiminin aşılanmayı açıkça reddetmesi yeni değil. Covid-19 ile patlak veren ‘aşı karşıtlığı’ ne zaman ortaya çıktı, tarihte nasıl bir geçmişe sahip?
1796: ‘Aşı karşıtlığı’ tarihteki ilk aşıyla birlikte çıktı
Sağlık tarihçisi Patrick Zylberman’a göre “Aşı sorunu, aşının kendisi kadar eski”.
Variola virüsünün neden olduğu Çiçek hastalığı, aşı sayesinde 1980’de tamamen ortadan kaldırıldı. (Günümüzde özellikle çocuklarda sıklıkla görülen suçiçeği hastalığı ile karıştırılmaması gerekiyor.)
Modern aşının tarihi 18. yüzyılda Edward Jenner ve çiçek aşısına dayanıyor. Bugünkü çiçek aşısının bilimsel olarak ilk çalışmalarını yapan İngiliz cerrah Jenner, 1796’da geliştirdiği aşıyı ilk olarak köyündeki çocuklar üzerinde denedi ve olumlu sonuçlar elde etti.
Jenner aşı ile bilimsel olarak tıpta bir çığır açtı ve modern immünolojinin temellerini attı. Ancak ilk aşı ile birlikte aşı karşıtlığı da başladı.
Aşının hastalıktan daha tehlikeli olabileceği endişesiyle dönemin birçok tıpçısı, sağlıkta devrim olacak aşı tedavisine açıktan karşı çıktı. Bu aşı karşıtlığı farklı seviyelerde günümüze kadar devam etti.
1853: Aşı zorunluluğu gelen tepkilerle yumuşatıldı
Birleşik Krallık’ta çiçek hastalığı aşısı 1853’te çocuklar için zorunlu hale geldi. Tarihteki ilk aşı zorunluluğu o dönem çok güçlü bir muhalefet yarattı.
Muhalifler, hayvanlardan enjekte edilen ürünlerin “tehlikeli”, “dine karşı” veya “bireysel özgürlüklerin ihlali” olduğunu öne sürerek aşıya karşı çıktı.
Ciddi boyutlara ulaşan aşı karşıtlığına karşı, İngiliz Parlamentosu 1898’de aşı yaptırmak istemeyenlere “vicdan şartı” getirdi. Böylelikle aşı zorunluluğu nispeten yumuşatıldı.
1885: Pasteur, aşıyla kar elde etmekle suçlandı
Çiçek aşısının ardından yaklaşık 90 yıl boyunca Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur’ün 1885’te kuduz aşısını bulmasına kadar aşı alanında başka bir gelişme yaşanmadı.
19. yüzyılın sonunda, Louis Pasteur, virüsün zayıflatılmış bir türünden kuduza karşı bir aşı geliştirdi. Ama orada yine süreç güvensizlik uyandırdı ve aşı karşıtları, Pasteur’ün, “laboratuvarda kuduzunu” üreterek kâr elde etmek istemekle suçlandı.
1920’lerde aşılardaki alüminyum adjuvanları nedeniyle aşıya güvensizlik oluştu
Kuduz aşısını tifo, kolera ve veba aşılarının geliştirilmesi izledi. İnsanlık, 20. ve 21 yüzyılda onlarca yeni aşının bulunmasına tanıklık etti.
1920’lerde tüberküloza (1921), difteri (1923), tetanoz (1926) ve boğmaca (1926) hastalığı gibi birçok ölümcül hastalığa karşı aşılar geliştirildi.
1920’lerde, aşıların etkinliğini artırmak için bir adjuvan olarak alüminyum tuzları kullanılmaya başlandı.
Yarım yüzyıldan fazla bir süre sonra, bu tuzlar, Fransa’da E3M derneği tarafından Makrofajik miyofasit hastalığına sebep olmakla suçlandı. Aşılara karşı yine şüphe ortamı yaratıldı.
1998: ‘Aşı otizme sebep oluyor’ diyen sahte çalışma
1998’de prestijli tıp dergisi The Lancet’te yayınlanan bir araştırma, MMR aşısı (kızamık, kabakulak, kızamıkçık) ile otizm arasında bir bağlantı olduğunu öne sürdü.
Bilim dünyası, kısa zamanda çalışmanın yazarı Andrew Wakefield’ın “hileye” başvurarak sonuçları manipüle ettiğini tespit etti.
Ancak araştırmayı kaldıran The Lancet dergisi çalışmayı yalanlasa da, hatta bunun gerçek olmadığını kanıtlayan birçok bilimsel araştırma olmasına rağmen, halen bugün aşıların otizme sebep olduğuna inanan birçok insan var. Sahte çalışma günümüzde de aşı karşıtları tarafından sıklıkla “bilimsel argüman” olarak kullanılıyor.
Patrick Zylberman’ın “Aşıların Savaşı” adlı kitabında, söz konusu aşı karşıtlığı nedeniyle kızamık gibi “belirli bulaşıcı patolojilerin yeniden canlanmasına sebep olduğu” ifade edildi.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2019’da kızamık hasatlığı dünyada 207 bin kişiyi öldürdü, 2016’da aynı hastalıktan ölenlerin sayısı yüzde 50 daha azdı.
2009: Domuz gribi aşısının başarısızlığı
2009’da H1N1 influenza virüsü nedeniyle ortaya çıkan domuz gribi, milyonlarca insanın ölümüne sebep olan İspanyol gribiyle aynı aileden olması nedeniyle başta DSÖ olmak üzere yetkili sağlık kurumunu alarma geçirdi. Gribe karşı aşılar geliştirildi fakat salgın beklendiği kadar ciddi etki yaratmadı.
Birçok ülkede milyonlarca doz çöpe gitti, üstelik aşılardan birinin Pandemrix’in narkolepsi riskini artırdığı ortaya çıkmasıyla aşıya karşı olan güvensizlik daha da büyüdü.
İsveç’te aşılanan 5,5 milyon kişiden 440’ı bu uyku bozukluğu nedeniyle tazminat aldı
2020: Komplo teorileri nedeniyle çocuk felci artışta
Ağustos 2020’den bu yana aşı sayesinde resmen Afrika’dan silinen çocuk felci (polyo), küçük çocuklarda felçle sonuçlanan bu hastalığın endemik kaldığı Asya, Pakistan ve Afganistan’da direniyor.
Aşı kampanyalarının başarısızlığı, kırsal nüfusun güvensizliği ve komplo teorilerine olan inançla açıklanabilir. Örneğin, Afganistan’da, Taliban, aşı kampanyalarını Müslüman çocukları kısırlaştırmaya yönelik Batılı bir komplo olduğunu iddia ederek kampanyaları yasakladı.
Türkiye’de aşı karşıtlığı ne durumda?
Türkiye’de 28 Haziran tarihinde yayınlanan ve Ipsos tarafından gerçekleştirilen Koronavirüs Salgını ve Toplum Araştırması’nın 63 dönem verilerine göre bugüne kadar aşı olmamış bireylerin %65’i sırası geldiğinde aşı olma niyetinde.
Aşı konusunda kararsızlık yaşayan kesimin oranı ise Our World in Data’daki listede bulunan ülkelere göre yüksek bir oranda seyrediyor. Buna göre Türkiye’de Güney Kore’de olduğu gibi yüzde 19’luk bir kesim aşı yaptırıp yaptırmayacağı konusunda kararsız olduklarını ifade ediyor ve gerekçe olarak da aşıların gelecekte olabilecek yan etkilerini gösteriyor.
Bugüne kadar aşı yaptırmamış kesim içerisinde aşı karşıtı olduğunu ifade edenlerin oranı ise araştırmaya göre yüzde 16 olarak ortaya çıkıyor. İtalya ile aynı oranda çıkan aşı karşıtlığında gösterilen en önemli gerekçe ise aşının kendilerini koronavirüse karşı korumayacağı inancı olarak belirtiliyor.
Haber: Hüseyin Koyuncu